18 Şubat 2010 Perşembe

KittyShock

Iki sene oncenin odul sampiyonu, muthis senaryo harika oyun BioShock’un devami nihayet gecen hafta cikti. Oyundaki bircok guzelligin yaninda ‘geek’ tarzi hos espriler de mevcut (kedinin ismine dikkat).

Bioshock2 2010-02-18 20-55-17-21

16 Ocak 2010 Cumartesi

AnKi

Kahvalti

Bu sabah Sinan ve Berrin ile Hidiv Kasri’na kahvaltiya gittik. Mekana girer girmez bir de baktik Bedri ve Serpil de arkadaslari ile kahvaltidalar. Ilginc bir karsilasma oldu.

Istanbul’un 2010 Avrupa Kultur Baskenti olmasiyla ilgili bugun kutlamalar vardi, hala da devam ediyordur. Biz de bunu kutlamak icin dun kulturel bir aktivite yapalim ve sinemaya gidelim dedik.

Holmes

Sherlock Holmes uzun sayilacak bir filmdi. Gerci bu filmden alinacak zevkle de alakali sanirim. Daha onceki uyarlamalarindan alisik oldugumuz Holmes’un o kulaklari kapatan sapkasi, garip paltosu, agzindan dusurmedigi piposu, yapay ingiliz centilmenligi ince elenip sik dokunarak bir suzgecten gecirilmis, kimileri komple atilmis  kimileri ise tadinda bir yorumla ele alinmis. Yerinde de olmus hani. Gunumuze daha uygun daha ‘cool’ bir Sherlock Holmes gelmis. Film, kendini verip akil yurutulecek yerlerde yonetmenden once akil yurutmeye calisan icin ekstra keyif vaad ediyor. Ozellikle filmin ikinci yarisinda bir noktadan sonra ben koptum, aksiyon o kadar on plandaydi ve yogundu ki, kafayi calistirmaya yetecek glikoz kalmadi, ve haliyle sonlari sikici bir hal almaya basladi.

“Lock, Stock & Two Smoking Barrels”, “Snatch” ve “Revolver” ele alindiginda Guy Ritchie’nin daha cok benzer tarz filmler yapmaktan hoslanan biri oldugu izlenimi edinilebilir –ki bu tarz benim de ziyadesiyle hosuma giden ve keyif veren bir tarz- ve bu “Sherlock Holmes” filmiyle ilgili bazi beklentiler olusturabilir. Olusturmamali!

Gerci film 300 milyon dolari simdiden gecmis durumda. Filmin sonundaki yeni bolume hazirlik sekanslari bosa gitmeyecek demek ki.

Izlenecekler arasinda sirada tum elestirmenlerin yere goge sigdiramadiklari Up In The Air var.

14 Ocak 2010 Perşembe

Istanbul’da kahvalti

Uzunca bir suredir Istanbul’da yasayip da Istanbul’un tadini cikaramadigimdan sikayetciyim. Bu haftasonu degisiklik yaptik ve kahvaltiyi farkli biryerlerde yapalim dedik.

Ct. gunku kahvalti mekanimiz Moda Cay Bahcesi oldu. Daha once oradaki kahvalti veren mekanlarda kahvalti yapmistim ama hazir havalar da tam bozmamisken disarida kahvaltimizi yaparken denizi izlemek guzel olur diye dusundum. Netekim sabah 10 gibi oradaydik, yakinda bir de ‘Komsufirin’ bulduk, oradan aldiklarimizi cay bahcesinin caylari ve deniz manzarasi esliginde goturduk, guzel oldu.

Pz. gunu ise bu sefer Tarihi Çengelköy Çınaraltı Aile Çay Bahçesi’ne gidelim dedik. Oraya da 10:30 civari varabildik ama coktan deniz kenarindaki masalar kapilmisti bile. Biz disarida oturmamiza ragmen kapali kisimda oturan ve piknik modunda masasinin ortusune kadar herseyini oraya getiren ablalari/teyzeleri gorunce bizim borekciden aldigimiz borekler acikcasi biraz yavan geldi bana.

Simdiden bu haftasonu nereye gidilebilir diye dusunmeye basladim.

13 Ocak 2010 Çarşamba

(Z)Aman (Z)Aman

En son buraya birseyler yazisim uzerinden epey bir zaman gecti. Hadi bugun hadi yarin derken ancak simdi yaziyorum, bunu da deneme maksatli yaziyorum. Asil aklimdakileri toparlamam bir sure daha alacak gibi.

14 Temmuz 2009 Salı

Piknik

Hatırlarım eskiden Belgrad Ormanları ile ilgili kara mizah dolu ve seks içerikli hikayeler anlatılırdı. Biz bunlara aldırış etmeden Pazar günü Bedri'lerle piknik yapmaya gittik.

Türk erkeklerinde mutlaka bulunması gereken ama nedense bizde olmayan bir yetenek de ortaya çıkıverdi: Mangal Sanatı.

Aslında teoride iyiydik. Alta biraz çalı çırpı, bir miktar gazete kağıdı, üzerine kömür vs. Fakat mangalı tepeleme doldurup sonra ateşe vermeye kalkınca tabii olmadı. Orada bulunan bayan arkadaşların "Benim babam ne güzel yakardı, bir türlü beceremediniz" gibi cesaret verici gazlarından yaklaşık 1 saat (yazıyla bir) kadar sonra mangalı yaktık. Bedrinin aldığı fındık kömürü de iyiydi.

Yiyip içme faslı sona erince tabu oynayalım dedik, çekişmeli maç neticesinde yenildik ama ezilmedik:)

Şimdiden Ct. günü resmen başlayacak iki haftalık tatilin heyecanı bastı. Antalya'ya Bilecik, Kütahya, Afyon üzerinden gitmek niyetindeyiz. Denk gelirse Kütahya'da üniversite'den Özkan K.'yi de görmek niyetindeyim. Otel faslı bitince de dönüşü Ege sahillerinden konaklaya konaklaya gerçekleştirmek mantıklı olur gibime geliyor...

7 Temmuz 2009 Salı

Düzce'nin yolları taştan...

Bir Düzce macerası daha sona erdi.
İstanbul'dan çok da uzak olmaması (217 km), doğal güzellikleri, çerkes peyniri ve en önemlisi de hanımın memleketi olması açısından bizim açımızdan haftasonları için önemli bir alternatif oluyor:)
Düzce'de birçok doğa harikası var. Seda'nın köyüne epey yakında Güzeldere Şelalesi ve Eftenia Gölü bulunuyor. Eftenia gölü zamanında kesilmiş keresteleri Kocaeli'ne ulaştırmak için kullanılan büyük bir havuz konumundaymış. Sonra bu işlevini yitirince yer yer kurutulmuş, şimdi göle bakıldığında büyükçe bir kısmının sazlıklarla kaplı olduğu görülüyor.
Güzeldere
Gölden 11 km kadar yukarıda Güzeldere Şelalesi bulunuyor. Biz yanlışlıkla orman yolundan çıktık, sonra çıktığımızda görevli bize asfalt bir yol daha olduğunu söylediğinde kendi kendimize epey hayıflandık.
Girişte 5 Lira alıyorlar, karşılığında bilgilendirme, tanıtıcı bir buroşür ve çöp torbası alıyorsunuz. İşletmesi bir otele ait olan dört bungalov ev, temel ihtiyaçların ve piknik malzemelerinin bulunabileceği bir mini-market ve bir restoran bulunuyor.


Şelaleye epey bir merdiven inerek ulaşılabiliyor, izleme maksatlı banklar ve izlerken çay keyfi yapmak için ufak bir çay ocağı koymayı da ihmal etmemişler. Mevsimsel nedenlerle olsa gerek sular pek coşkulu değildi ama herhalde ilkbaharda gelsek gürül gürül akıyor bulurduk burayı.
 
Ayrıca bu ayki Atlas dergisinin ekinde de Güzeldere Şelalesi'nin tanıtıldığı bilgisini vermeden geçmeyeyim.
Dönüşte asfalt yoldan geldik, kendimizi orman yolunda boşuna perişan etmişiz.
Yemek İçmek

Akşam dönüşte Seda'nın teyzesinden Çerkez Mantısı diyebileceğimiz bir yemek yedik. Yemeğin orijinal ismi 'Psi Haluj'. Psi çerkezcede su demek, haluj ise içinde malzeme olan ekmek demek. Yüksel teyze patatesli ve peynirli olarak iki çeşit yaptı. Hamur açılıp içi doldurulduktan sonra bekletilmeden kaynar suda pişiriliyor. Biz yoğurt ve sos ile mantı gibi yemeyi tercih ettik.
 
Daha ayrıntılı bilgi nino'da mevcut.
Haluj üzerine akşam bir de muhteşem bir mangal yaktık, sonrasında gece yemekten komaya girmiş bir halde uyumaya çalışıyordum.
Pazar sabahı hayatımda ilk defa 'Kaymak Kavurma' yedim. O da kayınvalidemin spesiyali. Epey bir manda kaymağı sabırla sürekli karıştırılarak kavruluyor, sonunda elde edilen ise müthiş bir lezzet. Kaymağın yağının çoğu sıvılaşıyor, geride kahverengi kavruk taneler kalıyor, lezzeti ise normal kaymaktan çok farklı. Kesinlikle denenmeli.




4 Temmuz 2009 Cumartesi

Hanimkoy

Bugun Hanimkoydeyiz.
Duzce gercekten guzel biryer, dun aksam Sapanca uzerinden geldik. Sagli sollu yesillikler icerisinde yolculuk bir keyif oldu.
Istanbul'a bu kadar yakin olmasina ve aslinda imkanlar da var olmasina ragmen bir turlu memleketin boyle guzeliklerini yeterince degerlendirmiyor olmak canimi sikiyor.




Powered by ScribeFire.